Yaşam alanlarının belirli fonksiyonlara ve estetik unsurlara göre organize edilmesi, insanlık tarihinin en erken dönemlerinde dâhi görülen bir durumdur. İnsanlar, yaşadıkları mekanlara hiçbir zaman yalnızca bir barınak olarak bakmamıştır. İç mimari disiplini, insanın yaşadığı mekan ile bağ kurmasının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu disiplin, sanat ile bilimin kesiştiği bir alan olarak tanımlanabilir. Kaleme aldığımız bu blog içeriğinde söz konusu kavramın tanımından ve tarihçesinden bahsettik.

İç Mimari Nedir?
İç mimari, mekanların onu kullanan insanlar için daha sağlıklı, estetik ve fonksiyonel hâle getirilmesi için uygulanan bir disiplindir. Bu disiplin; binanın iç kısmını geliştirerek ihtiyaçlara optimize etmek için üretilen projelere, araştırmalara ve planlara dayanır. Kavramsal geliştirme, mekan planlaması, saha incelemeleri, programlama, araştırma ve proje üretimi süreçleriyle yürütülen bu disiplin; mekan ile insan arasında bağ kurulmasını sağlar.
Genellikle zannedilenin aksine iç mimari yalnızca dekorasyondan ibaret değildir. Dekorasyon, bu disiplinin bir parçası olmakla birlikte bütününü ifade etmez. İç mekanda yer alan unsurların organizasyonu söz konusu disiplinin kapsamında yer alır.
İç Mimari Tarihi
İç mimari tarihinin başlıca dönüm noktaları şunlardır;
İç Mimarinin Modern Öncesi Kökleri
Fransız Arkeolog André-Leori Gourhan, mağara resimlerini incelerken bunların mekan düzenlemesi açısından belli bir fonksiyona sahip olduğunu fark etmiştir. Gourhan’ın sınıflandırmasına göre, erkek ve dişi olarak üretilen imgeler mağara içindeki hiyerarşinin ve yerleşim düzeninin organize edilmesini sağlar. Söz konusu bulgu, insanların en azından üst paleolitik dönemden beri iç mimariye ihtiyaç duyduğunu ve mekan düzenlemek için çeşitli yaklaşımlar ürettiğini gösterir. İç tasarım, her ne kadar modern bir disiplin olsa da kökleri insanlığın yerleşik hayata geçmeye başladığı ilk zamanlara kadar dayanır.

Hint mitolojisindeki tanrılardan biri olan Vishwakarma’nın unvanlarından biri evrenin mimarıdır. Geleneksel Hint mimarisinde iç mekanlarda dini metinlere referans veren resimler ve heykeller kullanılırdı. Hem konut alanlarında hem de saraylarda kullanılan bu unsurlar iç mimarinin Hint kültüründe de önemli bir yere sahip olduğunu gösterir. Eski Mısır’da da benzer bir durum söz konusudur. Özellikle piramitlerin ve diğer mezar alanlarının tasarımlarında sundurma, pencere, havalandırma, revak gibi unsurların ve görsel ögelerin titizlikle organize edildiği görülebilir. Bunlar, iç tasarımın en erken örnekleri arasında kabul edilebilir.
Modern iç mimari geleneğinin en eski köklerini ise Antik Yunan ve Roma kültürlerinde bulmak mümkündür. Eski Yunan’da konut mimarisinin yanı sıra dükkan ve ofis tasarımları da önem kazanmaya başlamıştır. Ayrıca, Helen mimarisinde beyaz rengin yoğun olarak kullanıldığını ve iç mekân unsurlarının sade tutulduğunu görmek mümkündür. Bu durum, Eski Yunanların minimalizme yakın bir tasarım üslubu benimsediğini gösterir. Roma mimarisi de büyük ölçüde Antik Yunan geleneğine dayanır. Romalı mimar Marcus Vitrivus Polo tarafından kaleme alınan De Architectura: Libri Decem isimli kitapta iç tasarımlara ilişkin ciddi yaklaşımlar yer alır. Bu eser, modern öncesi Batı mimarisi için önemli bir kaynak olarak kabul edilir.
19. Yüzyılda İç Mimarlık
İç mimari, her ne kadar 20’inci yüzyılda bağımsız bir disiplin olarak kabul edilse de bu kavramın on dokuzuncu yüzyıldan beri önem kazanmaya başladığını söyleyebiliriz. Endüstri Devrimi; kentlerdeki zenginliğin artmasına ve orta sınıfın genişlemesine sebep olmuştur. Bu durum aynı zamanda doğal olarak bir nüfus artışıyla sonuçlanmıştır. Diğer yandan, refah artışı estetik kaygıları da beraberinde getirmiştir. 19’uncu yüzyılda pek çok mobilya firmasının müşterilerine iç tasarım hizmeti vermeye başladığını görmek mümkündür. Diğer yandan, belli bir yerden sonra mobilya firmaları tarafından verilen bu tavsiyelerin ve üretilen modellerin tasarım ihtiyaçlarını karşılamadığını belirtmek gerekir. İngiliz yazar Mary Heweis, makalelerinden birinde tasarım unsurlarının bireysel ihtiyaç ve tercihlere göre belirlenmesi gerektiğini şu sözlerle savunur:
“En güçlü inançlarımdan ve zevkin ilk kanunlarından biri; evlerimizin kuş yuvası veya balık kabuğu gibi bireysel zevkimizi ve alışkanlıklarımızı temsil etmesi gerektiğidir.”
19’uncu yüzyılın sonlarında özellikle ABD ve İngiltere’de profesyonel dekoratör olarak hizmet veren kişiler ortaya çıkmaya başlamıştır. 1897 yılında ABD’de Edith Wharton ve Odgen Codman tarafından yazılan “The Decoration Of Houses”, modern dönemdeki iç mimari prensiplerini belirleyen kitaplardan biri olarak kabul edilir. Wharton ve Codman bu kitapta Viktorya Dönemi’nin aşırı doldurulmuş ve yoğun unsurlarla bezenmiş dekorasyon üslubunu eleştirerek minimal ve ihtiyaca göre optimize edilmiş bir dekorasyon anlayışını savunmuştur.

Viktorya döneminin mimari üslubunun reddedilmesi, modern iç mimarinin gelişmesini sağlayan unsurlardan biridir. Özellikle Elsie de Wolfe gibi tasarımcılar, kalabalık ögeleri ve mekanı işlevsiz hâle getiren unsurları bir kenara bırakarak minimal, sade ve ferah tasarımları tercih etmiştir.
II. Dünya Savaşı Sonrası İç Mimari

II. Dünya Savaşı, tıpkı Endüstri Devrimi gibi bir dönem noktası olarak kabul edilebilir. 1950’li yıllardan itibaren özellikle ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinde bir refah artışı söz konusudur. Diğer yandan; radyo, televizyon gibi teknolojilerin gelişmesi ve beyaz eşyaların konut alanlarında kullanımının yaygınlaşması iç mekanların tasarımında yeni yaklaşımları zorunlu kılmıştır.
İç mimarinin 1950’li yıllardan itibaren bağımsız bir meslek dalı olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Bu yıllarda, ev için yapılan harcamalar arttığı için tasarım konusunda profesyonel desteğe ihtiyaç duyulmuştur. Söz konusu süreçte, iç tasarım hakkında popüler tavsiye kitaplarından akademik kaynaklara kadar pek çok kitap ve makale yayınlanmıştır. Ayrıca yine bu dönemde iç mimarlık için eğitim veren ve standart belirleyen kuruluşlar ortaya çıkmıştır. 1938’de kurulan American Designers Institute ve 1986’da İngiltere’de kurulan Chartered Society Of Designers, söz konusu disiplin için standartları belirleyen kurumlar olarak kabul edilir.
1960’larda İç Mimari

1960’lı yıllar, modern tarihin önemli dönüşümlerinin yaşandığı bir periyot olarak kabul edilir. Televizyon, bilgisayar ve kişisel otomobil gibi teknolojilerin erişilebilirliği bu dönemde artmıştır. Diğer yandan, economic boom olarak da adlandırılan bu periyotta ciddi bir refah artışı söz konusudur. 60’lı yıllarda özgür ve bağımsız düşüncenin izlerini edebiyattan sanata kadar her alanda görmek mümkündür. Tüm bu süreçler, iç mimariyi kaçınılmaz olarak etkilemiştir.
1960’lı yıllar, iç mimaride yeni ve benzersiz stillerin denenmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönemde konut mimarisinde parlak renkler ön plana çıkar. İyimserlik, umut gibi kavramların popüler kültüre ve topluma hâkim olduğu bu yıllarda iç tasarımlarda da söz konusu kavramları anımsatan renkler kullanılır. Diğer yandan, 60’lı yılların tasarımlarında eğri ve yumuşak hatlara sahip olan çizgiler ön plana çıkar. Bu dönemde iç dizaynda doğal unsurları andıran biçimlere rastlamak mümkündür.
1970’lerde İç Mimari
Yetmişli yıllar; 60’larda yaşanan değişim rüzgârlarının iyiden iyiye hissedildiği bir dönemdir. Bu dönemde müzikten sinemaya kadar pek çok alanda köklü bir değişim görülebilir. İç mimari üslubu da bu gelişmelerden büyük ölçüde etkilenmiştir. 1950’li yıllarda ortaya çıkan minimal çizgilerin 70’lerde git gide popüler olduğunu görmek mümkündür. Basit ve zarif çizgiler bu yıllarda iç dizaynın vazgeçilmez bir parçası hâline gelmiştir.
1970’ler aynı zamanda geleneksel iç mimari unsurlarının da modern bir biçimde ele alındığı yıllardır. Bu dönemde özellikle el yapımı vazo ve seramik eşyaların popüler olduğunu görmek mümkündür. 60’lı yılların sonlarında popüler olan Hippi akımı, Doğu kültürünün batı gençliği tarafından keşfedilmesini sağlamıştır. Uzak Doğu ve Hint kültüründeki renkler, tasarımlar 70’lerde iç dizayn üslubuna ciddi anlamda ilham vermiştir. Sonuç olarak 70’ler, ilham verici ve cesur tasarımların yaygınlaştığı bir dönemdir.
1980’ler ve 90’larda İç Mimari
İç mimari üslubunun 80’li yıllardan itibaren büyük bir değişim yaşadığını söylemek mümkündür. Önceki yıllara hâkim olan minimal anlayış bu dönemde yerini cesur ve canlı bir tarza bırakmıştır. Özellikle ABD’de neon pembe, elektrikli mavi ve güneş sarısı gibi canlı tonların popüler olduğunu söyleyebiliriz. 80’ler, pop kültürünün iç tasarım üzerinde etkili olduğu bir dönemdir. Diğer yandan, önceki yıllarda tercih edilen geometrik tasarımlar ve soyut motifler popülaritesini korumuştur.
90’lı yıllarda ise minimalist çizginin yeniden benimsendiğini görebiliriz. Bu dönemde iç tasarımlarda bej ve beyaz tonlar popüler olmuştur. Diğer yandan, 90’lar farklı stillerin bir araya geldiği bir dönem olarak kabul edilir. Antika mobilyaların modern unsurlarla kombinlenmesi bu yıllarda oldukça yaygındır.
Sonuç olarak; iç mimarinin kökeni tarih öncesine kadar uzansa da bu disiplinin bağımsız bir branş olarak kabul edilmesi 20’inci yüzyılda mümkün olmuştur. Modern iç tasarım disiplini ise özellikle 1950’li ve 60’lı yıllarda şekillenmiştir.